Ortak kökenlerimiz ve Macar tarihi
Dili Türk olmayan Macar halkı kökenlerine göre -kısmen- Türk asıllı bir halktır. Bunu Türklerin çoğu bilmekte ama Türk ecdatlarından ve Türklerle olan akrabalıklarından bugünkü Macarların bir çoğunun haberi yok. Macar bilimsel hayatında, geçen bir yüzyılda unutulmuş bir şey oldu ki bazı halkların tüm kökenleri sadece konuştuğu dili veren ecdatların arasında aranamaz. Macar öğrencileri bundan dolayı yalnız Macarcanın Ural (Fin-Ugur) dillerinin arasındaki akrabalığını öğrenebildi ve tarihinde önemli rol alan eski Türk halkları okuldaki kitaplara göre hep sadece komşu sayılırdı. Hemde bunun yanında bilmemiz gerek ki Macarcada Türk (török) kelimesi genellikle sadece Türkiye Türkleri demektir. Öteki Türk halkları ve Avrasya'nın büyük Türk ailesinin var olduğu yeterince tanınmamıştır.
Bunlardan dolayı bir Türk akrabayız derse Macarların çoğunun aklına o anda maalesef sadece Osmanlı İmparatorluğunun Macaristan'daki savaşları gelir. Değişmeler bugünlerde başladı. Macar Bilimler Akademisi ,Macar-Türk halk akrabalığıyla artık resmen de uğraşıyor. National Geographic Hungary'de eski Bulgar Türkleriyle olan akrabalık hakkında makaleler de çıktı: En yeni araştırmaların sonuçlarına göre bin yüz sene önce Karpat havzasına gelmiş Macarların antropoloji özellikleri o zamanki yurt tutanların homojen bir halk olduğunu gösterir ve bu halk eski Bulgar (Ogur) Türklerine benziyordu...
Akrabalık sorusunun durumu Macaristan'da şimdilik böyledir ama bu şeylerden haberi olmayan Macarlar da Türklere çoğunlukla kardeş olarak bakıyor.
Ortak Türk-Macar tarihi bazı araştırıcılara göre -şimdiye kadar bildiğimizden daha önce- Ural dağlarının Asya'daki ve Avrupa'daki çevrelerinde başladı. Bugünkü -Türk dili olmayan!- Macarcanın eskisini konuşan Ural'daki guruplar ve birinci Bulgarlar artık beraber yaşamaktaydı.
Sonrakilerde bu Ogur-Macar bağları Karpat havzasına gelene kadar sürüyordu. Macarların Avrupa'daki yabancı ismi olan Ungar/Hungar -yani On Ogur- da eski Bulgarcadan gelmektedir. Bulgarların bir kısmı ,Macarların gelişinden önce Balkanlarda yerleşip Slavlarla karışmıştı. Bugünkü Slav Bulgarları o halkın devami oldu. Zamanla Bulgar-Ogur Türklerinin çoğu hep öteki halklarla karışıp asimile oldu yani "kayboldu". Diline göre son Bulgarlar bugünkü Rusya'da yaşayan Çuvaşlardır.
Ural dili olan Macarcanın yanında da Ogur asıllı Macar Türklerinin dili öldü ama Macarcada birçok kelime bu eski Türk dilinden kalmış Türk kelimesidir. Çoğunda ,Ogur Türkçesinin özelliklerini ilk bakışta görebiliriz:
Sözcüklerin kökenlerinin sonunda bulunan Z sesinin yerinde R sesi bulunur ve bazı sondaki Ş-lerin yerinde L sesi vardır: öküz~ökör, ikiz~iker, yaz(-mak)~ír(-ni), süz(-mek)~szûr(-ni) /'sürni'/, diz~térd, kazık~karó, deniz~tenger, daz~tar, yüzük~gyûrû /'dyürü' Macarcadaki eski Türk kelimelerinin baştaki Y sesi çoğunlukla böyle bir 'd+y' sesi oldu/, düş(-mek)~dûl(-ni) vş.
Bulgarların dışında bu Karpat havzasına gelen halk, Kıpçak Türkleri ile (-o zamanki Peçenekler, Macarlarla yurt tutmaya beraber gelen Kıpçak kabileleri ve Kuman Türkleri) karıştı. Macar tarihinde son kıpçak halkı Macar Ovasında 13. yüzyılda yerleşen Kumanlar idi. Zamanla onların dili de kayboldu ama Kuman (Macarcası: Kun) anısı Macar Ovasındaki
Kumanistan'da (Kunság yani Kumanlık) Kun-Macarlarının geleneklerinde bugünlerde de yaşıyor. Geleneklerdeki bilgilere göre anadili Kumanca olan István Varró adlı son kişi 1770'te Karcag ('kartsag') şehrinde öldü, yani 1526'dan sonra Macaristan'a gelen Osmanlı ordusu ve Anadolu Türkleri bu halkı bazı köylerde henüz konuştuğu eski diliyle beraber bulabilmişti...
Bu dil Kıpçak dili olduğundan dolayı Oğuz Türklerinin diline ve bugünkü Türkiye Türkçesine yakın bir dil idi. Kuman dilinin insanların arasında tam bir metin olarak kalmış son anısı bir Hristiyan duasının (Bizim Atamız) Kıpçakçasıdır. Bu duayı komünist rejiminden önce 20. yüzyılın ortasına kadar Kuman şehirlerinin okullarında öğrenciler öğreniyordu. Metini, insanların Kumancayı unuttuğundan dolayı artık anlamsız bir metin oldu ve hatalarla dolup çok değişti ama kökenleri Kuman olan Macar Türkoloğu István Mándoky Kongur tarafından düzeltildi. (Bu da mucize ve harikulade değil ki Macaristan dünyaya o kadar çok Türkolog verdi. Örneğin Türkiye Türkçesinde kullanılan Latin alfabesinin yapıldığında Atatürk'ün de birkaç Macar yardımcısı vardı!) Dua aşağıdaki kısa metin idi:
Bezen attamaz kenze kikte
sen lésen sen adon
döşön sen küklön
nitziengen gerde ali kikte
bezen akomezne oknemezne
bergezge pitbütör küngön
ill bezen menemezne
nesen bezde jermez berge utrogergene
illme bezne aldyamanna
kutkor bezne aldyamanna
sen börşön boka csalli
batşon iyge tengria. Ámen.
(Lukács Szappanos, Kunszentmiklós şehri, 1968)
Mándoky Kongur böyle düzeltti:
Bizin atamız kim-sin/sen kökte
sent'lensin Senin adın (sent, yani 'szent'=kutsal, aziz)
döşsön Senin könglün
neçik kim yerde alay kökte
bizin ekmegimizni
ber bizge büt bütün künde/künün
ilt bizin minimizni
neçik kim biz de iyermiz bizge ötrü kelgenge
iltme bizni ol yamanga
kutkar bizni ol yamandan
Sen barsın bu küçli
bu çin iygi Tengri. Amen.
(Kuman Türkçesiyle tek-tek kelimelere göre tamamen aynı olmayan bugünkü Türk çevirisi : `Göklerdeki Babamız, adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin, gökte olduğu gibi, yeryüzünde de Senin istediğin olsun. Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver. Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, Sen de bizim suçlarımızı bağışla. Ayartılmamıza izin verme. Kötü olandan bizi kurtar. Çünkü egemenlik, güç ve yücelik sonsuzlara dek Senindir. Amin.'... İtalyalı Codex Cvmanıcvs'ta kalmış metindeki Kumancası : 'Atamız kim kökte Sen. Alğışlı bolsun senin atın, kelsin Senin xanlığın, bolsun Senin tilemekin neçikkim kökte, alay [da] yerde. Kündeki ötmegimizni bizge bugün bergil. Dağı yazuqlarımıznı bizge boşatqıl neçik biz boşatır biz bizge yaman etkenlerge. Dağı yeknin sınamaqına bizni quurmağıl. Basa barça yamandan bizni qutxarğıl. Amen'...)
Bugünkü Macarların kısmen ecdatlarını veren eski Türk halklarının izleriyle Macar folklorunda, efsanelerinde, bazı kişilerin yüz hatlarında ve Macar dilinde kalmış Türk kelimelerinde karşılaşabiliriz. (Antropoloji albümüne bak)
Boş dakikalarında eline sözlük alan bir Türk yeterince çok ortak sözcük bulabilir: gyárt-ani~imal etmek (yani yarat-mak ), bû(-báj) (büyü), betû~harf (yani betik), béka~bağa, söpör-ni/'şöpör'/~süpür-mek, homok~kum, szám~sayı, kék~mavi (yani 'gök rengi'), sárga/'şarga'/~sarı, kicsi~küçük, szó/'so'/~kelime (yani sav), késġ ve kés-ni /'keş-'/~geç ve gecik-mek, tanú~tanık, tanít-ani ve tanul-ni~öğretmek ve öğrenmek (yani ''tanıt-mak ve bilimle tanış-mak''), gyúr-ni/'dyur'/~yoğur-mak, piszok/'pisok'/~pis, kap-ni~al-mak (yani kap-mak), kop-ni~kop-mak, szél/'sel'/~yel (Çuvaşçası sil), szûn-ni/'sün'/~yok olmak (yani sön-mek), ér-ni~er-mek, balta~balta, kapu~kapı, bicska /'biçka'/ ve bicsak ~ bıçak, tengely~dingil, bocsát-ani/'boçat'/~affetmek (yani ''boşat-mak''), alma~elma vş. ... Çok yüz eski kelime ve büyük bir kısmı bugünkü Türkiye Türkçesinde de tanınmıştır, ama Osmanlı zamanlarında Osmanlıcadan ve eski Anadolu Türkçesinden Macarcaya gelmiş birkaç kelimeden seslerinde çoğu bazı farklılıklar gösterir ve Anadolu'dan gelmediği bellidir.
Macarların eski alfabesi de eski Türk (Orhun) alfabesine benziyor. Örneğin N, S ve I sesinin Latin alfabesindeki C ve I harfine ve 1 rakamına benzeyen formlu harfleri aynıdır, bunun dışında haç gibi Macar ve X gibi Türk D harfi, X'e benzeyen B harfi (eski Türk B harfinde X şeklinin üstteki iki dalı ters dönmüş bir V ile bağlanmıştır) ve üç dallı G harfi de çok benzerlik gösterir (üç dallı Türk G-si yuvarlak bir Latin E harfi gibidir):
Hun-Macar efsanesi
Efsanelerin dünyası kısmen masalların dünyasıdır ama başka bir kısmi gerçek olayların anısından gelir. Macarların kökenlerini anlatan Hun-Macar efsanelerinin gerçeği Macar halkının Türk bağlarıyla ilgilidir:
Nemrut'un iki oğlu Hunor ve Magor askerleriyle avlamaya gitti. (Magor: bu isim Macar, Madyar veya Madyer de olabilir, Magor olarak ortacağda Latince yazılmış bir Macar kodeksinde yazıldı ve o zaman Macarca için uygun Latin alfabesi ve bugünkü GY harfi henüz yoktu.) Bu iki kardeş koskocaman bir geyik -''Harikulade Geyik''- kovalayıp yolu kaybetti. Yolu ve kaçmış hiç yakalanamaz geyiği ararken Belar (Bulgar) adlı kralın ovada oynayan kızlarını ve onların kızarkadaşlarını görüverdiler. Eski geleneklere göre bu kızları evlenmek için çalmaya hemen karar verdiler. İki kardeş ve askerleri böyle evlendi. Magor'un ve askerlerinin torunları Macar halkı, Hunorun ve askerlerinin torunları Hunlar oldu.
Sonraki efsaneler Hunları, Macarların gelişini ve Atilla'nın Çaba adlı oğlunun halkından kalmış -bugünkü Romanya'da, Erdel'de yaşayan- Sekel Macarlarının kökenlerini anlatır ve bu efsanelerin son bölmü olarak yurt tutan Macarlar Karpat havzasını Atilla'nın mirasi olarak eline alır.
Macaristan'ın tarihi
Orta Avrupa'da, Karpat havzasında yaşayan Macarların tarihi bu efsanelerle dolu zamanlarda başlar. Hazar İmparatorluğundan, bir savaştan sonra çıkan Macarlar "Atilla'nın bıraktığı mirası" olan Karpat havzasında yerleşmek için batıya yöneldi. Kabilelerin (yani yedi baş kabile ve bu 'Yedi Macar' adlı birlikle beraber gelen öteki kabileler) veziri olarak Almoş adlı bir vezir seçildi. Efsanelere göre Almoş da Atilla'nın soyuyla akrabalıktaydı. O ve yedi başvezir elinin bir damarını kesti ve kanını şaraba damlattı. Bu şarabı içtikten sonra vezirler kardeşler ve kabileler birleşik bir halk oldu. Böyle kalktılar...
Bu yer Macarlardan önce Romalıların elindeydi (Pannonia adlı batıdaki tarafı), sonra Atilla'nın merkezi oldu ve 6. yüzyılda tarihte birinci olarak bütün havzayı birleştiren bir devlet kuran Avarlar geldi. 803'te Avarlar Frankların tarafından yenildi ve yüz sene boyunca yeni güçlü bir devlet kurulamadı.
896'da Almoş'un oğlu Arpat'ın idaresiyle kabilelerden birleşmiş halk Karpat dağlarında yeni vatanın kapısına girdi. Macarların arasında bu yer artık tanınmış idi. O zaman varan yurt tutanlardan önce birkaç seferle Karpat havzasına Macarlar girdi. (Hemde bazı teorilere göre bu yurt tutma birinci Macar yurt tutması değildi, yani daha önce gelen Macar kabilelerinin bir dalgası artık Avar zamanlarında yerleşmiş olabilirdi.)
Yurt tutmadan sonra Batı Avrupa'ya karşı altmış sene boyunca süren başarılı seferler başladı. 955'te Macarlar Augsburg'da yenildi ve bu seferler devam edemedi. Yenildikten sonra Macarlar da yüz elli sene önceki Avarlar gibi yok olmak üzereydi. 972'de Arpat'ın ailesinden gelen yeni Macar başbuğu Géza fark etti ki halkının önünde iki yol kaldı: veya o zamanki Avrupa'nın geleneklerine göre Avrupa'da kabul edilmiş bir Batı Hıristiyan devleti kurmak veya kaybolmak.
Géza Batı Avrupayla ilişkiler kurmaya başladı. O zamana kadar eski Asyalı dinini, Hıristiyanlığın bazı mezheplerini ve İslamiyeti (ülkede Müslüman halkları da yaşıyordu!) tanıyan Macarların Batı Hıristiyanlığını tam bir halk olarak kabul etmesi gerekti. Oğlunu evlendirmek için bir Alman prensesi getirdi ve oğul Papa'dan aldığı taçla I. István olarak 1000'de Macaristan'ın birinci kralı oldu. 1301'e kadar Macar krallarını bu hanedan, yani Arpat hanedanı verdi. Devlet kurucusu István hayatının işiyle yeni devleti tamamen güçlendirdi ve sonraki krallara 1038'de öldüğü zaman artık kuvvetli bir ülke bıraktı.
István'ın oğlu öncekilerde avcılıkta öldü, yeni krallar hanedanının başka dalından geldi.
I. (Aziz) István'dan sonraki en güçlü kral I.Aziz László (1077-1095) idi. O yıllarda Hırvatistan da Macar krallığının bölmü oldu hem de Macaristan'a saldıran Kumanlarla da savaşlaşması gerekti. Akrabası ''Kitaplı'' Kálmán yeni kral olarak bu güçlendirme işlerine devam etti. ''Kitaplı'' ismini kültürlü olduğundan dolayı aldı, başlangıçta papaz olacaktı. O zamanlarda suçsuz kadınları ateşe atan batıl inançlı Avrupa'da birinci kral olarak dedi ki cadılar yok yani bazı birilerin şüpheleri için böyle hiç kimse öldürülmesin.
Arpat hanedanından gelen Macar kralı II. András'ın (1205-1235) zamanında İngiliz Magna Carta'sından sonra Avrupa'nın ikinci anayasası da ortaya çıktı. Alman karısının ilişkilerinden dolayı Alman soyluları Macaristan'da hem fazla arazi mülkiyeti almaya başladı, bununla beraber bütün ülkenin durumu bozulmak üzereydi. Macar soylularının ve hemde artık bütün ülkenin hoşnutsuzluğundan dolayı bir anayasa kabul etmek zorunda kaldı. Bu anayasa Aranybulla (yanı Altın Emirname) olarak tanınmıştır. Hem Macar soylularının hakları hemde kral iktidarının sınırları belirli oldu.
Oğlu IV. Béla (1235-1270) artık Türk halklarının tarihine göre de önemli bir rol aldı: önceden Macaristan'a saldıran Kumanları Macar Ovasına yerleştirdi. Buna ihtiyacı vardı çünkü doğudan Moğollar saldırmaya başladı ve Kumanlar ordusunu güçlendirdi. Kumanların Moğol casusu olduğunu söyleyenler Kuman veziri Köten'i öldürdü ve bundan sonra tam 1241'de, Moğol saldırmasından önceki günlerde hoşnutsuz ve kralla bazı şeylerde hiç anlaşamamış Kumanlar köyleri yakıp ülkeden çıktı.
Ülkeyi Moğollar yok etti. Béla Hırvatistan'daki bir adaya kaçtı. Moğolların 1242'de çıktığından sonra yok edilmiş ülkede tamamen yeni bir devlet kurması gerekti. Her ele ihtiyaç vardı, Kumanları geri çağırdı hemde bütün Avrupa'dan yerleşenler getirdi. Yeni başkent Estergon'dan sonra Budin oldu. Yeni bir saldırıya karşı ülkeyi korumak için taş kaleler inşa ettirdi. Moğolların yine saldırmasından hayatının son gününe kadar korkuyordu.
14 ocak 1301'de son Arpat hanedanindan gelen kral III. András da öldü ve hanedanın erkek dalından gelen ardılı kalmadı. Altı sene uzun Macar taçı için harp vardı sonra 1307'de kral Frans Anjou hanedanından gelen Károly Róbert (Carlo Roberto) oldu. Büyükannesi Arpat hanedanından olan bir prenses idi ama Macaristan'a yabancı olarak geldi.
O zamanki Avrupa'da millet ve halk kelimelerinin anlamı bugünkü gibi değildi. Ülkelerin hanedanlarının arasında bağları ve ilişkileri güçlendirmek için -anlaşma olarak- evlilikler vardı hemde soylular ''bir millet'' sayılırdı. Buna göre örneğin bir ''Fransız'' (bu olaylar bugün olsa böyle deriz) da Macar kralı olabilirdi: ''Macar taçını aldı Macar kralı ve Macar oldu''. Hemde halk da buna bağlı idi, milletler yoktu, sadece kralların halkları vardı. Biraz mizah katarak diyebilirsek durum biraz bugünkü milli futbol takimlerinin sistemine benziyordu...
Bu yeni kral Macar soylularının arasında zorluklarla kabul edilirdi ama 1342'de öldüğünde arkasında güçlenmiş bir ülke bırakmıştı. Başlangıçta Macar soylularıyla anlaşamadığından dolayı başkent olarak Vişegrad şehrini seçti. 1335'te Avrupa'nın birinci uluslararasi anlaşmasını da bu şehirde akdetti. Üç kral, Polonyalı III. Kazimir, Çek kralı olan Johan Luxemburg ve Macar kralı arasında Alman baskısına karşı gümrüksüz ticari birlik kuruldu, hemde Károly Róbert akrabası olan çocuksuz Polonyalı kralla anlaştı ki onun ölümünden sonra Polonya taçı ve krallığı Macar kralının eline gelecek. Macaristan'da kullanılan birçok para tarzının yerine Altın Forinti getirdi. Bugünkü Macar parasının ismi de budur. (İtalya'daki Firenze'nin parası da böyle bir para idi, ismini Firenze'nin Latincesi olan Florentia kelimesinden aldı) Avrupa'da değerli para olarak sayılırdı.
Oğlu I. Büyük Lajos (1342-1382) atasından güçlü bir ülke aldı ve bu ülkeyi daha güçlendirdi. 1370'te çocuksuz Polonyalı kral öldü ve Vişegrad anlaşmasına göre Polonya da krallığının bölmü oldu. Seferleriyle ve bu olayla krallığı hep büyüdü. ''Macaristan'ın üç denizi de vardı'' Macarlar böyle derler. (Ama tam bir çümle olarak bunu böyle söyleyemiyoruz çünkü o üç denizin arasında bulunan ülkeler Macaristan'ın değildi sadece Macar krallığının ülkeleri idi, yani Macar kralı Lajos fazla ülkenin ortak kralı oldu.) Pécs şehrinde Macaristan'ın birinci üniversitesinin kurucusu idi.
Lajos'un öldüğünden sonraki dört senede Anjou hanedanından önemli rol almayan bir kralice ve bir kral geldi: Kızı Mária ve II. Károly.
1385"te Luxemburg hanedanından gelen Zsigmond Lajos'un kızı Mária ile evlendi ve böylelikle 1387'de Macaristan'ın kralı oldu. (Bunun yanında Alman ve Çek Kralı ve Alman-Romalı İmparator idi!) Tam elli sene tahtta kaldı. Başkent yine Budin oldu. Balkanlar bu yıllarda artık Osmanlıların elindeydi ve Bayazit ordusuyla o zamanki Macar sınırlarının yakınlarında bulunuyordu. Zsigmond Osmanlılara karşı seferler hazırladı. Birkaç galibiyetten sonra 1396'da Niğboluda yenildi. Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğunun ve Macaristan'ın arasında olan yerleri ve Macar sınırını güçlendirdi. Bundan ve Osmanlılara karşı gelen Timur Lenk'in saldırılarından dolayı Osmanlı ordusu durdu.
Sonraki büyük Macar kralı Mátyás oldu. Kral hanedanına mensup değildi. Babası 1456'da Osmanlılara karşı savaşta Belgrat'ta galibiyet elde eden ve savaştan sonra veba hastalığından ölmüş Macar valisi János Hunyadi idi. Osmanlı İmparatorluğu bu senelerde yine güçlenmeye başladı ve Mátyás'ın dış politikasının anlamı artık tamamen Macaristan'ın koruması idi. Savaşlarıyla Osmanlı ordusunu durdurabildi ama tamamen durdurmak için daha fazla güce ihtiyacı vardı. Avrupada bulunan güçleri birleştirebilmesi için Alman-Romalı İmparatorluğunun İmparatoru olması gerekti. Viyana'ya da bu amaçla saldırdı. İmparator olamadı ama son yıllarda merkezi olmuş Viyana'yı ve Doğu Avusturya'yı elinde tuttu. Paralı askerlerden oluşan güçlü bir ordu kurdu (''Siyah Ordu'') . Vergiler bu senelerde çok yüksek oldu ama paraları doğru amaçlar için kullanıyordu. Adil bir kral olduğu için halktan aldığı ismi ''Adil Mátyás''tır. Macaristan'ın rönesans kralıdır, ikinci karısı İtalyalı idi ve onunla beraber rönesans hayatı da saraya girmiş oldu. Kütüphanesi bütün Avrupa'da tanınmış idi. (Romen başbuğu Vlad Tepeş -yani en "popüler'' ismine göre Dracula!- Vişegrad şehrine esir olarak bu kralın tarafından getirildi. )
Mátyás 1490'da öldü. Geliştirdiği ülke bozulmaya başladı. Tahta Polonyalı Jagelló hanedanının kralları geldi. 1526'da Mohaç savaşının yılında Macaristan'ın kralı bu hanedandan gelen II. Lajos idi. Ordularının tamamını toplayamadı, hemde kuvvet üstünlüğünde olan Osmanlı ordusuna karşı tüm askerleri de yeterli olamadı. Osmanlı ordusunun saldırılarını böyle bekliyordu. Ordusu yenildi kendisi Mohaç'taki Csele adlı derede boğuldu. (Atından düştü ve ağır zırhıyla yüzemedi.)
Bu savaştan sonraki Macar tarihi Osmanlı tarihiyle aynı bir tarihtir ve olayların çoğu Türkiye'de tanınmıştır. Osmanlı ordusunu artık hiç kimse durduramadı, 1541'de artık Budin (Buda) de Osmanlıların elindeydi. Macaristan üç parçaya bölündü. Ortası Osmanlıların altında, Kuzeyi ve batısı Avusturyalı Habsburgların altında idi , doğusu -yani bugünkü Romanya'da bulunan Erdel- Osmanlılarla anlaşmış Macar başbuğluğu oldu. Erdel'in başbuğlarının politikasi en güzel idi. Zengin bir ülke oldu, çok gelişti ve Osmanlı İmparatorluğuna vereceği vergileri kolayca ödeyebilirdi. Bu yıllar István Báthori (1571-1575) ve Gábor Bethlen (1613-1629) adlı başbuğların altında Macar Erdel'inin ''altın zamanları'' idi.
Kuzey Macaristan'ın Habsburglardan Erdel'e kaçmış başbuğu İmre Thököly 1683'te Kara Mustafa'yla beraber Viyana'ya saldırdı. Osmanlılar bu savaşta yenildi ve bu olayların sonucu Osmanlı ordusunun bütün Macaristan'dan çıkmasıydı. Papa'nın 1684'te kurduğu Kutsal Lig'in Avrupalı orduları Osmanlı ordusunu kovaladı. 1686'da Budin'i ele geçirdiler , 1699'da sadace güneydeki küçük bir kısım hariç bütün Macaristan onların oldu.
1690'da Erdel'ın başbuğu olmuş Thököly'nin Türkiye'ye kaçması gerekti, sonraki yüzyıllarda Türkiye'ye kaçan Macarların birincisi olarak.
O zamanki Batı Avrupa'ya göre ''Macaristan özgür oldu''. Ama bu ''özgürlüğün'' gerçeği neydi? Macaristan Avusturya İmparatorluğunun bölümü oldu ve I. Dünya Savaşına kadar böyle kaldı...
Habsburg baskısına karşı 1703'te başbuğ II. Rákóczi Ferenc'in idaresiyle özgürlük savaşı başladı. Macaristan 1711'e kadar kendini tutabildi sonra yenildi. Rákóczi ve öteki vezirler Türkiye'ye kaçan Macarların ikinci büyük dalgası olarak Türkiye'ye gitti. Tekirdağ'da (Macarcası : Rodostó) yerleştiler, çoğunun mezarları şimdi de oradadir.
Macaristan'ın hayatında bunlardan sonra birinci değişmeler 19. yüzyılın birinci bölümünde başladı. Macar tarihinin ''Reform devri'' adlı bölmüdür. Bu devirde en büyük rolu alan Kont István Széchenyi Macar Bilimler Akademisinin kurulması için bir senelik gelirini önerdi. Ülkenin hem bilimsel hem ekonomik hem de sosyal hayatı gelişmeye başladı. Budin ve Peşte arasında birinci Tuna köprüsü inşa edilmeye başladı, birinci demir yolu yapıldı, Macarca resmi dil oldu ve Macar halkı bir millet olmaya başladı.
İstanbul'daki ateş söndürücülüğü Széchenyi'nin Ödön adlı oğlu kurdu. Türkiye'ye Sultan 1847'de çağırdı, sonra yerleşti ve paşa oldu.
Değişmeler Habsburg baskısının altında yeterince çabuk ve güçlü olamazdı. Reformların havasında uyanmış Macar gençleri artık tam bir bağımsızlık istiyordu. 1848 senesi Avrupa'da devrimlerin yılı oldu. 13 martta Viyana'da devrim çıktı, iki gün sonra 15 martta Peşte'de genç bir şair Sándor Petġfi ve öğrenci arkadaşları devrimi harekete geçirdi.
Macaristan'ın valisi Lajos Kossuth oldu, bağımsız Macar hükümeti kuruldu, başbakanı Lajos Batthyány idi. Bununla beraber özgürlük savaşı başladı. İki sene boyunca sürdü sonra 1849'da Rus Çarının Habsburglara verdiği yardımıyla yenildi. Kossuth Türkiye'ye kaçtı sonra İtalya'ya yerleşti ama örneğin Halep'teki vali Murat paşa da bu üçüncü Türkiye'ye kaçan dalgayla geldi. Murat paşa'nın ismi ondan önce Jozef Zachariasz Bem idi, Polonyalı bir soylu, Macar özgürlük savaşının kahramanı.
Yine Habsburg baskısı başladı. Ferenc Deák zeki bir Macar idarecisi olarak bu durumda uygun bir yol seçti. Bu yolun ismi ''Pasif Direniş'' idi. Baskıya karşı her günün 24 saatinde sessiz protesto etmektir. ''Devlet için olabilecek en az vergiyi ödemek, Avusturyalılarla konuşmamak, Almancayı anlamamak, yani tamamen pasif olmak''... Bu 1867'ye kadar sürdü. Avusturya'nın ve o zamanki imparator Franz Josef'in Macarlarla bir anlaşmaya girmesi gerekti, başka çare yolu kalmamıştı.
Bundan sonra dualizmin (yani iki merkezliliğin) devri başladı. Habsburg İmparatorluğunun yeni ismi Avusturya-Macaristan oldu. İmparatorluk bir ülke olarak kaldı ama Macaristan yeterince bağımsız oldu. Dışişleri, Ordu ve Maliye ortak idi ama öteki işlerin hakkında Macar ülkesi bağımsızlık aldı. Macaristan yine hızlı gelişmeye başladı. Budapeşte Budin'den Peşte'den ve Eski Budin'den 1873'te birleşik bir başkent oldu. 1896 yurt tutmasının bininci yıldönümü idi, hızlı gelişen Macaristan bu Millennium bayramlarına hazırlanmaya başladı. Şehrin en güzel yerlerinin ve binalarının çoğu bu senelerde inşa edildi, Budapeşte şimdi gördüğümüz şehir olmaya başladı. Millennium anısı için başlanmış inşatlarda Avrupa kıtasının birinci metrosu da yapıldı şimdiki Türkiye Büyükelciliğinin bulunduğu yer olan Andrássy út adlı caddenin altında. Budapeşte dünya şehri oldu.
Gelişmeler 1896'dan sonra da devam ediyordu, ülkede yeni yeni demir yolları yapıldı, başkentte dünyanın o zamanki en büyük parlamentosu inşa edilmeye başladı. Hem Macaristan hem de Avrupa gelişiyordu.
''Mutlu barış zamanları'', bu senelerin ismi bu oldu...
Sonra bu mutlu ve hızlı gelişen iki merkezli Avusturyalı-Macar ülkesinin Avusturyalı İmparatoru 1908'de Osmanlıların topraklarından çıkmasından sonra bağımsız olmuş Bosna-Herseği egemenliğinin altına aldı. Bu yeni iktidari Balkanlarda görmek istemeyen bir Sırp 1914'de Avusturya'nın Saraybosna'da ziyarette bulunan veliahtı Franz Ferdinand'ı öldürdü.
1900'dan sonra da devam eden mutlu 19. yüzyıl o gün bitti. Bir ay sonra Birinci Dünya Savaşı başladı.
Macaristan hem Bosna'yı hem de savaşı istemedi ama dışişleri ve ordu Viyana'nın elindeydi. Avusturya'yla beraber savaşa girdi. Osmanlı İmparatorluğu ve Almanya ile aynı safta.
1918'de Macaristan artık yenilmiş bir ülke sayılırdı, hakları yoktu. Ekimde bu hoşnutsuz ve fakirleşmiş ülkede bir devrim çıktı. Macaristan Cumhuriyet oldu, Mihály Károlyi adlı başbakanının idaresiyle. Bağımsızlık ve savaşın bitmesini istediler. Antant artık ülkeyi bölmek istiyordu ve ordu bakani Béla Linder tam bu zamanlarda hata yapıp "fazla asker görmek istemiyorum" dedi. Yeni Macar Cumhuriyeti kendini koruyamadı antant askerleri zorluk olmadan ülkeye girdi.
1919'da yine bir devrim geldi. Bir komünist devrimi. Sovyet rejimine benzer bir ''meclis cumhuriyeti'' kuruldu. Bu rejim silahla ülkeyi korumaya başladi ama böyle bir rejim antant'in gözünde hiç kabul edilemezdi. 133 günlük bir rejim idi. Yerine sosyal demokratlardan olan altı gün yaşamış bir hükümet geldi (Peidl hükümeti). Sonra Josef Habsburg başprens bu alti günlük hükümete karşı darbe yapan István Friedrich'i tayin etti.
Bu günlerde Szeged şehrinde bu hükümetlerin aleyhine bir milli hükümet kuruldu. Ordusunun başveziri denizsiz kalmış Macaristan'ın bir savaş denizcisi (-ve öncekilerde Avusturya-Macaristan'ın İstanbul'daki dış teşkilatının koruyucusu olan) Miklós Horthy idi.
Romen antant ordusunun Budapeşte'den çıktığından sonra Horthy Siófok şehrindeki merkezinden ordusuyla Başkente geldi.

Bu zamanlarda Fransa'da Macaristan'ı parçalara kesecek anlaşma artık hazır bekliyordu. Macaristan, 1920de yapılan Trianon Anlaşması ile topraklarının üçte ikisini kaybetti ve 3.3 milyon Macar yeni sınırların dışında kaldı çünkü kaybolmuş şehirlerinin büyük bir kısmı tamamen Macar şehirleri idi. Bin senelik bir ülke delildi, tarihin ve doğanın çizdiği sınırların yerine masalarda çizilmiş sınırlar girdi. Bu delmeler sadece Macarlar icin trajik değildi. Tüm Karpat havzasındaki halklar için acı bir yüzyılın başlangıçı oldu.
Vali olmuş Horthy'nın Macaristan'ı milli temellerinde olan 'kralsız krallık' idi. Durum zamanla düzenlenmeye ve ülke gelişmeye başladı ama politikanın bir amacı vardı: kaybolmuş toprakları geri almak. Bu amaç için zamanla Almanya'ya yaklaşmaya başladı ve Hitler'in yardımıyla 1938'de ve 1940'ta geri aldığı Macar toprakları için sadık olması gerekti yani II. Dünya Savaşına girmek zorunda kaldı.
Horthy 1944'te savaştan ''çıkmak'' istedi ama Macar nazistleri olan ''Nyilasların'' (oklular demek, arması dört dalı dört ok olan bir haç idi) darbesi bu çıkmayı engelledi. Macaristan II. Dünya Savaşından sonra yine yenilmiş ülkelerin arasındaydı.
Sovyet ordusu 1944-45 kışında vardı, Macaristan'ı ''özgür ettiler'' yani ülke bundan sonra 1989'e kadar Sovyetlere bağlı bir ülke oldu. Başkent'te yeni hayat tamamen parçalarına bombalanmış bir şehirde başladı.
Başlangıçta ''resmen'' demokratik bir politika vardı ama seçimlerde sahtekarlık eden Komünist Partisi zamanla Macaristan'ın tek partisi olarak kaldı. Rejim Stalinizmin aynısı oldu, yöneticisi Mátyás Rákosi ile. 1956'da bu rejime karşı bir devrim ve bir özgürlük savaşı başladı. Başbakan sonra idam edilmiş Imre Nagy oldu. Özgürlük savaşı haftalar sonra Sovyet tanklarının yardımıyla yenildi. Baskı devam edildi ama on sene geçtikten sonra yumuşamaya başladı. Komünist yüneticisi János Kádár idi. Bu yılların ismi Kádár devridir. Zamanla başlayan yumuşamalar için Macaristan ''Komünist kampının en mutlu barakası'' ismini aldı.
1989'te Doğu Avrupa'nın ülkelerinde rejim değişmesi geldi. Macaristan ''halk cumhuriyetinden'' (eski rejimin bir devlet tarzıdır) bağımsız cumhuriyet oldu. 1990'da birinci demokratik seçimlerinden sonra bugünkü Macaristan'ın hayatı başladı...
|